Sayfalar

29 Şubat 2012 Çarşamba

Kırmızı ev...

Bodrum'da yaşıyorum ya ben, bir tane devlet hastanemiz var. 20 gün önce internetden göz doktoruna randevu almıştım. Bugün gittim. Belki kontrol için gözüme damla damlatırlar diye babamda benimle geldi. Damladan sonra, göz bebekleri büyüyor ve görüşünüzü 2 saat boyunca kaybediyorsunuz. Buda araba kullanmayı engeliyor. Bu yüzden babam yanımda bana refakat etti.

Bne 3 yaşındayken birden annem ve babam şaşı baktığımı fark etmiş. Ağır bir ateşli hastlaık geçirmişim. Ardından gözllerim kaymış. Hemen doktora götürmüşler. O zamanın, göz üzerine en iyi hastahanesi Cerrahpaşa. Şaşılık testi yapılmış ve teşhiş konmuş. Şaşıymışım!!! Şişe dibi camlı, kalın çerçeveli gözlüklerim yazdılar reçeteme. Fotoğraflarım var o günlerde çekilmiş. Ön dişlerim dökülmüş, gözümde kalın cmalı gözlükler, bir hilkat garibesi. Her ay, oontole götürürdü annem beni, işindne izin alıp. O dönemde randevu falan yok. Bir ay önce elinize bir kağıt tutuşturup, bir sonraki ay, hangi gün ve saatte orada olacağınız söyleniyor ve bir deftere kayıt ediyorlar. Eski teknoloji, makinelere giriliyor. Ölçümler yapılıyor, gerileme mi var ilerleme mi? Her muhayenede baktığınız makinede, kırmızı bir ev gözüküyor. Doktor soruyor net mi, bulanık mı diye. Sizde cevap veriyorsunuz. Numara buna göre tespit ediliyor. Tedavi süreci de bu şekilde belirleniyor. Benim tedavim, her ay kontrole gittikten sonra, bir hafta, günün yarısı sağ gözümü, diğer yarısı sol gözümü siyah bir kartonla kapatmaktı. O kadar küçüktüm ki, daha okula bile gitmiyordum. İnanılmaz eziyetliydi benim için bu egzersiz. Ama gözümün iyileşmesi için gerekliydi. Anneannemde kalıyordum o zamanlarda. Zavallı anneannem sürekli takip ederdi beni. O mutfağa gittiğinde, ya da ben bahçeye çıktığımda, siyah kartonu çıkartırdım gözümden. O anları kar sayardım kendime. Bilemezdim ki, benim sağlığım için takılan bir kartondu o gözüme. Denyein bir, tke gözünüzü bir kartonla kapatın. Bakın nasıl kısıtlanıyosunuz. İşte tam da buydu, o yaşlarda bilmediğim, ama şimdilerd adlandırdığım durum. KISITLANMAK. Hiç tahammül edemediğim şey, o günlerde de bugünlerde de. Netice itibariyle, genç kızlığa adım attığım 16'lı yaşlarımda, babamın tüm itirazlarına rağmen, gözlüğü bir anda attım. Estetik kaygılar yüzünden. Tabiki, kıyametler koptu. İlk zamanlarda, babamın yanında gözlüğümü takıp, arkadaşlarımın yanında çıkardım gizli gizli. O günden bugüne kadar gözlük takmadım. Yaşım 44. Çoüu arkdaşım, yakın gözlük kullanmaya başladı, çok öncelerde. Hatta abim benim iel dalga bile geçti, yaşlandın ama gözlüğün yok mu senin diye...

Sonuç olarak, bugün doktora gittiğimde, kağıda beklerken, babam bana, kırmızı eve bakacaksın yine dedi. Yok artık dedim, hala mı kırmızı ev? "Evet" dedi "O hala var". Bütün o çocukluk anılarım geldi aklıma. Suadiye'den, Cerrahpaşa'ya gidişimiz annemle -anne snei çok özledim- . Saatler süren kuyruklarda beklememiz. Beni kimin oraya götüreceği ile, annem ve babam arasında yapılan tartışmalar. Sonuçta çoğunlukla anneme kalan ihale. Neyse, doktorun yanına girdim. Ölçümlerin yapılması için makineye giridim. Ohhhhh, kırmızı ev yok. Çıkan kağıt hemşire tarafından doktora verildi. Doktor anlamadı, sorun gözükmüyor dedi. Klasik camları taktı gözüme, en üst sıradan aşağıya doğru küçülen o harfleri okumaya başladım. Son sıraya kadar sorun yok. Son sırada biraz harfler karışıyor. Zaten şikayetimde esas olarak bu. Alt yazıları ve yol tabelalarını okuyamıyorum. Adamcağız, "normalde gözlüksüzde idare edersin ama senin rahatın için, yazıyorum reçetini" dedi. Artık yarından itibaren gözlük takacağım. Ama yaşlılıktan değil, sadece astigmatım olduğu için... Hala çok ağladığımda, ya da çok üzüldüğümde, sol gözüm kayar. Ama ben bugün, çocukluğumdaki, kırmızı evi görmediğim için makinede çok mutluyum...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Susmayı bilmek....

Hiç bir tartışma esnasında susmayı denediniz mi? Ben denedim ama başaramıyorum. Sanırım yıllardır ne geliyorsa başıma bundan geliyor.

Babam çok küçüklüğümdne beri, beni öyle öz güvenli ve tuttuğunu koparan bir kız çocuğu olarak yetiştirmiş ki! Haklı olduğuma inandığım yerde, ya da haksız da olsam bir şekliyle karşılık vermeden duramıyorum. Hayatımda, belli dönemlerde, susmayı çok iyi bilen insanlarla karşılaşmadım değil. Ama, bu benim sinirlerimi daha da zıplattı. Bence kavga ya da tartışma, susmaktan daha iyi. En azından iletişim var kavga da bile. Hep tartışma esnasında karşımdaki bir şey söylerken, ben de karşılık veririm. Susarsam, sanki konuşma sonunda eksik bir şeyler kalacak ve kendimi savunamayacağım diye düşündüğümden... Susmayı bir tek babama karşı becerebilmişimdir, o da genç kızlığımda. Ona karşı bile artık susmuyorum. Eğer genç kızlığımda susmasaydım, babam benim kahramanım olamazdı. Çoğunlukla da haklıydı zaten babam bana bağırmakla, ya da kızmakla. Ne diyebilirdim ki? Acaba susmamak, karşındakini dinlememk anlamına mı geliyor? Bence öyle değil! Sadece söylediği konuda aslında sizinde bir fikriniz ya da o anda düşündüğünüz bir şeylerin olduğunun göstergesi. Tamamen insancıl bir savunma mekanizması. Tabi eğer tartıştığınız sizin yaşıtınız biriyse, eşiniz, kocanız, yakın bir arkadaşınız ise bu kişi susamıyosunuz. Ama eğer çocuğunuz ise onun karşılık vermemesini istiyorsunuz. Bu da sizin egonuzdan, ebeveyn olmanızdan ve her daim haklı olmanızdan kaynaklanıyor. Çocuğunuzun susması size karşı bir saygı göstergesi. Haksızlık değil mi? O da bir birey, kendini savunmalı, ama izin yok, ne olursa olsun karşılık vermemesi lazım. Bir gün çocuk sahibi olduğunda sizi anlayabilir ancak. (Çocuklarım inşallah bunu okumazsınız:) Ya da üst düzey bir yöneticiniz ile yaptığınız bir tartışma da susmanız gerekiyor, işinizin devamlılığını istiyorsanız. Çok yakın bir arkadaşım bana bir gün; "iş yerinde gösterdiğimiz sabrı keşke hayat arkadaşlarımıza da gösterebilsek, hayatımız çok daha kolay olurdu " demişti Çok da haklıydı. Düşünsenize, hiç hak etmediğiniz  halde, sizi suçlayan patronunuza ne diyebiliyorsunuz? Hayır efendim haksızsınız, ben haklıyım deyiverin bakalım ne olacak! İşinizden olursunuz. Bunu bildiğiniz için de susuyorsunuz. Eeee aynı sabrı neden normal yaşantımızda, hayatımızda en çok değer verdiğimiz insanlara karşı yapamıyoruz?

Son dönemlerde, bir tartışma sırasında susmayı deniyorum. Deniyorum diyorum, çünkü çok uzun süre sürdürebileceğimi düşünmüyorum. Bu seferde kaşım, gözüm, elim oynuyor. Bu karşı tarafı daha da sinir ediyor. Ağzımla söyleyemediklerimi vücüt dilimle söylüyorum. Eh put değilim ki kardeşim ben. Hem konuşmadan, hem de hareket etmeden durabileyim. Hem benim bir kişiliğim var, bunca yıldır var olanı, nasıl değiştireyim. Ancak törpülerim. Ayrıca  çok önemli bir söz var benim gönülden inandığım, "eğer karşınızdaki insan susuyorsa, artık size değer vermiyordur. Onun gözünde değerinizi yitirmişsinizdir". Ne kadar doğru, tartışmaya bile değer bulmuyor sizi demektir. Hem acaba bunu karşı taraftan isterken siz susabiliyor musunuz? Bunu düşünmek lazım. Ama ben susamam, o zaman ben olamam. Susup saatlerce karşı tarafı dinleyip, konuşma sonunda ne söyleyeceksem söylemem gerekirse, unuturum her şeyi. O halde yazmam gerekir tek tek konuları ki, karşılığını verebileyim. Bu seferde karşı taraf ne yapıyorsun sen manyak mısın demez mi? Hatalı da olsam hatasız da olsam, konuşmam gerekir. İnsan doğası savunma mekanizmasıdır. Cinayet bile işleseniz, nedenlerini anlatmak gerekir, Hem de anında, hemen. Heyecanı sönmeden.

Kısaca ve net olarak, ben sussam, vücudum konuşur. Eh hayatımdaki insanlar buna alışın. Eğer susarsam, söyleyecek bir şeyim olmazsa bilin ki, artık konuşmaya deymiyosunuzdur....Eğer hayatımda var olmak istiyorsanız, benim karşılık vermeme de alışmalısınız.