Sayfalar

18 Aralık 2011 Pazar

Amaç...

Belki de bu yazıyı en başında yazmalıydım, ama henüz aklıma geldi. Daha fazla ertelemeden yazayım dedim. Okuyanlar bunu yazıyı sanki bu blogun en başında yazmışım gibi algılasınlar. Hani bir kitap yazarsınız ya da anılarınızı kaleme alırsınız, okuyan yakınlarınız, hayatınızın detaylarını da bildikleri için, aaa bu şumu, burada benden mi bahsettin, hiç iyi anlatmamışsın beni, hep kötü göstermişsin diye sitem de bulunurlar yazan kişiye. Ya da tam tersi olur, yazdığınız bir yazıyı çok beğenirler ve kendilerine yorumlasalar da anlatılanları, asla beni ne kadar güzel anlatmışsın demezler. Yani insanoğlunun doğası gereği, hep kötü görülür, iyi akılda bile tutulmaz. Ben de bu yüzden açıklama yapmak istedim. Bu blogda yazdıklarım, adından da anlaşılacağı gibi yaşamın içinden, kıyısından, köşesinden. Çoğu zaman gerçek hissiyatlarım, ama az da olsa gerçekle ilgisi olmayan, kurgu olan yazılar da var. Ben yazar değilim, eğer bunu söylersem ukalalık etmiş olurum. Bu blogu açmadan önce, bir gün farkettim ki, kendi kendime kafamın içinde beynimde yaşamımdaki insanlarla konuşuyorum. Bir bakıyorum annemle, bir bakıyorum babamla, bir bakıyorum çocuğumla, bir bakıyorum eşimle. Bu çok yorucu olabiliyordu bazen. Onlara anlatmak istediklerimi ya da yıllardır içimde söylemek isteyipte söylemediklerimi, yine kendi kafamın içinde tutuyordum. Ya da bir şey yaşıyorum o gün, etrafımda olan ama benimle ilgisi olmayan bir şey, bunu unutmamak için kaydetmek istiyorum, erteliyorum, öteliyorum, sonra da bakıyorum ki unutmuşum. Bir film izliyorum, beni çok etkiliyor. Film ile ilgili düşüncelerimi birileriyle konuşmak istiyorum. Ama o birileri kimi zaman uygun olamıyor. İçimde kalıyor düşünceler. Bir yerde çok güzel bir şey okuyorum, bunu paylaşmak istiyorum v.s. v.s.  Bütün bunları yazmam gerektiğine kanaat getirdim. Sonra daha önce de bahsettiğim gibi bir arkadaşımın yazdıklarını okuyup, neden ben de yapmıyorum dedim kendi kendime ve işte sonuç "YAŞAMIN KIYISINDAN, KÖŞESİNDEN, İÇİNDEN" çıktı. Bu tarihte henüz hiç kimse -arkadaşlarım,ailem- bu blogdan haberdar değil. Tek bir arkadaşıma söyledim şimdilik. Sadece o okuyor yazdıklarımı. Biraz daha yazılar çoğalınca, isimsiz olarak, bildirmeye başlayacağım.

Demem o ki, bu blogu ileride okuma ihtimali olan tüm eş, dost akraba ve aileme söylemek istiyorum , her yazı yazan gibi, ben de parmaklarımın ucundan çıkanı olduğu gibi aktarmaya çalışıyorum. Kimseyi kötü göstermek ya da yargılamak gibi bir düşüncem yok. Daha çok anı olarak yazıldığı için satırlar, o an o anıları yaşarken ne hissediyorsam onu aktarmaya çalışıyorum. Gün gelir de bunu okursanız ve kendiniz varsanız eğer içinde, sakın bana kızmayın, darılmayın, gücenmeyin. Özellikle ailem, zaten ben bu ailenin haşarı, ele avuca sığmaz, hiç bir kurala uymaz çocuğuyum. Yine öyle deyip geçin. Bir bu kalmıştı yapmadığı bunu da yaptı ya pes deyiverin. Hiç kimseye kişisel öfkem, kırgınlığım, kızgınlığım yok. Sadece aklıma gelenler maalesef artık beynimin içinde duramıyor ve dökülesi geliyor buraya, durduramıyorum. Özellikle sevgili eşim, geçmişe dönük bir takım yazılar görürsen, sakın kıskançlık ya da alınganlık yapma. Onlar geçmişte kaldı, sen varsın şimdi. Her türlü hesaplaşmamı bitirebilmem için, bunları yazmam lazım. Yoksa yük oluyor bana. Sana ait şeyler de var burada, ve sanırım çok daha fazlası da olacak. Seninle yaşlanacağım. Kavgalarımızı, kırgınlıklarımızı, sevinçlerimizi, gezilerimizi, her şeyimizi yazıyorum. Beni daha iyi anlayabilmen için ve geleceğimizi daha iyi şekillendirebilmen için, önce benim geçmişimle hesaplaşmalarımı, anılarımı, sevinçlerimi, yazım dilimi öğrenmen gerekiyor ki, geleceğimizi daha rahat kurabilelim.

Hani dizilerin ya da filmlerin başında yazar ya ;

"Burada bahsi geçen kişi ya da olaylar gerçek değildir. Hiç bir bağlayıcılığı yoktur"

(Ama ne senaristler ne de yazarlar kurgu dahi olsa yazdıkları, hayatlarından katmadan olmaz, olamaz)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder