Sayfalar

20 Kasım 2012 Salı

Emoçi'nin başarısı...

Dün akşam sosyal paylaşımda gördüğüm bir haber yüreğimi yerinden çıkardı. 30 yıllık dostum -dostum diyorum daha önceki yazımda bahsettiğim dostlarımdan biri zira- Şubat ayında bir kitap çıkarıyormuş. Kızı ile ortak yazdığı... Kızının da yazar olması elbette benim için bir süprizdi. Daha önceki konuşmalarımızda hiç bahsi geçmemişti. Sabahı sabah ettim ve aradım. Göz yaşlarıma hakim olamadım. O kadar gurur duydum ki anne-kız ile kelimelerle tarif edilemez. Hele öyle bir şey söyledi ki, onunla gurur duyduğumu söylediğimde, dahai bir kötü oldum. 35 yaşında, üniversiteyi kazandığımı söylediğimde sanki çocuğuyla gurur duyduğu gibi guru duymuş benimle. İlk kez söylüyor bunu bana. Benimkisi ise daha bir farklıydı. Çocuklarımızdan zaten beklediğimiz az da olsa başarıyı, 40 yaşında arkadaşımızda görünce daha farklı ve daha bilinçli hissediyor insan. Merakla ve heyecanla bekliyorum kitabını.

Yıllar önce yaşadığı evde yazılarına bir örnek göstermişti bana. İnanamıştım, lisedeki o haşarı, uçarı, zıpır kızın nasıl böyler şeyler yazabildiğine. Değerlendirmelisin bunu demiştim. Gülmüştük beraber. Yine 4 yıl önce evinin utfağında, bana bu projesinden bahsettiğinde, ümitsizlik sesinlemiştik sözlerinde. Yayın evi bulmakta zorlanıyordu. İşte 4 yılda azmin getirdiği zafer. Şubat'da raflarda kitabı canım arkadaşımın. Keyifle ve gülerek okuyucağıma eminim.

Seninle lisenin son iki yılında geçirdiğimiz, o inanılmaz günler dün gibi aklımda. Şimdi burada hatırlatmak doğru olmaz, ününe gölge düşürmek istemem. Ama, bugün aklıma gelmedei desem yalan olur. Çok ünlü bir yazar olduğunu hayal ettim. TV programlarına çıktığını, röpörtajlar verdiğini. Bende senin hakkında bildiklerimi, tüm kanallara anlatıyorum. Ah ne komik olurdu.

Canım dostum, çıktığın bu yolda başarıların devamını en içten duygularımla diliyorum. Umarım, her şey beklediğin gibi olur.

Not: Bu arada, Hazal'a okuttum notları çok saşırdı. (anladın sen onu :)))))

4 Temmuz 2012 Çarşamba

03.07.2012 - Üçüncü yıl

Aşağıdaki satırları eşim için yazıp facebookda paylaştım. Bu yıl evliliğimizin üçüncü yılıydı ve bu satırlar anlamlı olur hoşuna gider diye düşünmüştüm. 4 yıllık beraberliğimizde, özel günlerimizde düşüncelerimi sosyal paylaşımda ona hitaben hep yazarım. Pek sesi çıkmazdı, bu seneye kadar. Ama bu sene epeyce bir sinirlendi, keşke bu duygularını bana söyleseydin dedi. İşte tam da sorun bu, söyleyebilsem yazmam ki zaten. Yazmak söylenemeyenleri sayfalara dökmek demek değil mi? Ama ben yinede söylediğine saygı duydum, yazımı kaldırdım hemen onun facebook'undan. Bana göre gayet anlamsız, ben istiyorum ki, herkes ne yaşadığımızı görsün, ona karşı neler hissettiğimi bilsin. Elbette lafımı esirgemedim, -her zaman ki gibi- söylemem gerekeni söyledim. Daha da sinirlendi. Facebookunu kapattı. Artık ne diyeyim, keyfi bilir. Zaten hiç anlamam,çiftler birbirine kızdığında  neden facelerini kapatırlar ve sonra yeniden neden açarlar. Ben yinede yazmayı seviyorum ve devam edeceğim. Eşim bir gün sabreder ve sonuna kadar okursa belki anlar beni, ya da kendi bilir. İşte ona yazdığım satırlar.

“BEKLENMEDİK BİR ANDA BİRİ ÇIKAR GELİR. ETRAFINDAKİ KİMSEYE BENZEMEZ. VAR OLANI DEĞİL, SENDE EKSİK OLANI GÖSTEREN SİHİRLİ BİR AYNADIR O. VE SEN BUNCA ZAMAN ASLINDA HEP BİR EKSİKLİK DUYGUSUYLA YAŞADIĞINI, BİLMEDİĞİN BİR ŞEYE HASRET ÇEKTİĞİNİ ANLARSIN. ŞAMAR GİBİ İNER HAKİKAT SURATINA. SANA İÇİNDEKİ BOŞLUĞU GÖSTEREN BU KİŞİ PİR, ÜSTAD, ARKADAŞ, YOLDAŞ, EŞ YA DA BAZEN BİR ÇOCUK OLABİLİR (ELİF ŞAFAK/A...ŞK)”

BU CÜMLELERİ OKUDUĞUMDA, İLK AKLIMA GELEN, SENİNLE TANIŞTIKTAN 3 AY KADAR SONRA SENİN İÇİN DÜŞÜNDÜKLERİMDİ. YILLARCA HEP DOĞRUYU KENDİ BİLDİĞİMCE YAŞADIĞIMI DÜŞÜNÜRKEN, ASLINDA İÇİMDE HEP BİR EKSİKLİK DUYGUSU VARDI, NE OLDUĞUNU BİLEMEDİĞİM VE ANLAM VEREMEDİĞİM. SANIRIM SEN BU EKSİKLİK DUYGUSUNA TAM OLARAK PARMAK BASTIN. HATIRLARSAN, BEN AŞIK OLMAK İSTEMİYORUM VE SANA DA AŞIK DEĞİLİM DEDİM. ÇÜNKÜ BİLİYORDUM Kİ; AŞK DELİLİKTİ VE BEN DELİREMEZDİM, SORUMLULUKLARIM VARDI. HEM ANNEM BANA HERKESİN BİLDİĞİNİN AKSİNİ ÖĞRETMEİŞTİ; “ İNSAN PEK ÇOK KEZ AŞIK OLUR, AMA BİR KEZ SEVER”. İŞTE BEN SENİ TAM DA BÖYLE SEVDİM, AKLIMI KAYBETMEDEN, MANTIĞIMLA… HALA DA BÖYLE SEVİYORUM. İÇİMDEKİ BU SEVGİ ZAMAN İÇERİSİNDE, BÜYÜYEREK DEVAM EDİYOR. ARALARDA BİRBİRİMİZİN MAYIN TARLALARINA BASIP, O MAYINLARI İSTEMEDEN DE PATLATIYOR OLABİLİRİZ. AMA, SANIRIM BU GEREKLİ. ZİRA, MAYINLARIN YERİNİ ÖĞRENMEK LAZIM Kİ, BİR SONRAKİ SEFERE BASMAYALIM.

SANA HER ZAMAN BEN NORMAL DEĞİLİM DİYORUM YA, SENDE ÖYLE OLSAN ZATEN BENİM HAYATIMDA YERİN OLMAZ DİYORSUN… İŞTE, O ANORMALLİKLER BİZİM HAYATIMIZI VE SEVGİMİZİ EĞLENCELİ KILIYOR. UMARIM HİÇ BİR ZAMAN NORMAL OLMAYIZ.

SANA KENDİMİ GARANTİ EDEMEM AMA SEVGİMİ HER ZAMAN GARANTİ EDEBİLİRİM. EVLİLİĞİMİZİN BU ÜÇÜNCÜ YILINDA, TEK BİR GÜNÜNDEN BİLE PİŞMAN OLMADIM. EVET İNİŞ ÇIKIŞLARIMIZ OLDU, YAKINIZIMIZDAKİLER BUNLARA ŞAHİT OLDU. AMA DÜŞÜNÜYORUMDA EĞER ONLAR OLMASAYDI, SANIRIM SAĞLAMLAŞAMAZDIK. AYNI KÜÇÜK DEPREMLER YAŞANDIĞINDA ÇATLAYAN BİNALARI BİR SONRAKİ BÜYÜK DEPREMLERE HAZIRLAMAK İÇİN YAPILAN GÜÇLENDİRME ÇALIŞMALARI GİBİ, BU İNİŞ ÇIKIŞLARDA EVLİLİKLERİN OLMAZ İSE OLMAZI…

DAHA FAZLASINI YAZABİLİRİM, AMA BİLİYORUM Kİ, SEN ÇOKDA HER ŞEYİ YAZMAMDAN HOŞLANMIYORSUN. O YÜZDEN BU KADARLA YETİNİYORUM ŞİMDİLİK. ASLINDA DÜN OLAN EVLENME YILDÖNÜMÜMÜZÜ, GECİKMİŞ BİR YAZIYLA VE TEŞEKKÜR İLE BUGÜNE TAŞIDIM. BENİMLE OLDUĞUN İÇİN VE BANA PEK ÇOK ŞEYİ EN ÖNEMLİSİ, SÖZ DİNLEMEYİ -BİLİYORUM GÜLECEKSİN BURADA, AMA ÖĞRENMEYE ÇALIŞTIĞIMI DA İNKAR EDEMEZSİN- ÖĞRETTİĞİN İÇİN TEŞEKKÜRLER. HAYATTA HİÇ BİR ŞEYİN GARANTİSİNİN OLMADIĞINI VE YILLARIN NELER GETİRECEĞİNİ BİLMEYEREK GİRDİĞİMİZ BU ÜÇÜNCÜ YILIMIZDA İYİ Kİ VARSIN DİYORUM. UMARIM HEP YANIMDA OLURSUN VE SENİ BIKTIRMAM… )))


Babam'a mektup...

Buda babakar gününde babam için yazdığım mektup.

"
BUNDAN YAKLAŞIK 44 YIL ÖNCE BENİ KUCAĞINA ALDIĞINDAKİ DUYGULARINI, YILLARCA HEP BANA VE BAŞKALARINA GURURLA, SEVGİYLE, KİMİ ZAMAN GÜLEREK KİMİ ZAMANDA AĞLAYARAK ANLATTIN. BEN BİR KEZ DAHA HATIRLATMAK İSTİYORUM.
O ZAMANLARDA ULTRASON OLMADIĞI İÇİN, BEN DOĞANA KADAR CİNSİYETİMİ BİLMİYORMUŞSUN AMA İÇTEN İÇE KIZ OLMAM İÇİN DUA EDİYORMUŞSUN. ANNEM SANCILANDIĞINDA, KLİNİĞE GİTMİŞSİNİZ VE VAHİT AMCA SENİ” BU DOĞUM SABAHA KADAR OLMAZ” DİYEREK EVE YOLLAMIŞ. SABAH GELEN TELEFONDA HEMŞİRE SANA “KIZINIZ OLDU BEYFENDİ” DEYİNCE HAVALARA SIÇRAMIŞSIN. ALLAH İÇTEN İÇE ETTİĞİN DUAYI KABUL ETMİŞ. BENİ İLK KUCAĞINA ALDIĞINDA, SAÇLARIMIN ÇOKLUĞU VE KARALIĞIYLA BANA VURULMUŞSUN. BEN DOĞMADAN ÖNCE, ANNEME DEDİĞİN “BEN ASLA KUCAĞIMA ALMAM, BAKMAM, İLGİLENMEM” LAFLARI, BEN DOĞDUKTAN SONRA YALAN OLMUŞ. O  DÖNEMLERDE  ÇEKTİĞİN FOTOĞRAFLAR BANA OLAN SEVGİNİ VE DÜŞKÜNLÜĞÜNÜ GÖSTERİYOR. SEN HATIRLIYOR MUSUN BİLMİYORUM, DÖRT TEKERLEKLİ BİR BEBEK ARABASINA OTURTURTUP BENİ, CADDEYE DOĞRU GİDERKEN, FERİDE GEÇİDİNDEN YOKUŞ AŞAĞI BIRAKIRDIN, BENİM ÇOK HOŞUMA GİDER GÜLEREK ÇIĞLIKLAR ATARDIM, ANNEM ENDİŞE İÇERİSİNDE BAĞRINIRDI. SERT VE OTORİTERDİN, HEP KURALLARLA BÜYÜTTÜN BENİ, GENELLİKLE UYKUMDA SEVERDİN, HER AKŞAM SÜTÜMÜ YATAĞIMA GETİRİRDİN BIKMADAN USANMADAN. HASTALANDIĞIMDA, BAŞ UCUMDAN EKSİK OLMAZDIN. 4-5 YAŞLARINDA SANA SORARDIM,” BENİ ANNEM Mİ DOĞURDU YOKSA SENMİ” DİYE! SEN DE “ANNENİN İŞİ VARDI SENİ BEN DOĞURDUM” DERDİN. BEN DE İNANIRDIM. AKLIM ERENE KADAR HER SORANADA BENİ BABAM DOĞURMUŞ DERDİM, BANA GÜLDÜKLERİNDE DE BUNA ANLAM VEREMEZDİM. BİLMİYORDUM Kİ ÇOCUK KAFAMLA BABALARIN ÇOCUK DOĞURAMAYACAĞINI. YİNE HATIRLIYORUM, “BABA” DERDİM “BENİM GÖBEK ADIM VAR MI”, SENDE “EVET VAR TABİ KAZMADİŞ” DERDİN. YİNE BANA SORANLARA İKİNCİ ADIN VAR MI DİYE, TABİKİ” MELTEM KAZMADİŞ” DİYE CEVAP VERİRDİM. BANA HİÇ ELİNİ KALDIRMADIN VE SESİNİ YÜKSELTMEDİN. AMA BEN SENDEN KORKARDIM VE OTORİTENİ HEP HİSSEDERDİM. SADECE BİR KEZ, AKLIM BAŞIMDAYKEN KARNEM İLE İLGİLİ BİR YALAN SÖYLEMİŞTİM, ÖĞRENDİĞİNDE BODRUM TERLİĞİNLE BİR İKİ TANE VURMUŞTUN. O BANA ÖYLE BİR DERS OLMUŞTU Kİ, ONDAN SONRA O KADAR CİDDİ BİR YALAN SÖYLEMEDİM SANA. ERKEK ARKADAŞLARIMA HEP SENİ ANLATIRDIM, SANA DA ERKEK ARKADAŞLARIMI... KIZ ÇOCUKLARI EVLENDİKLERİ ERKEKLERDE BABAALARINI ARARLARMIŞ LAFININ EN GÜZEL ÖRNEĞİ BENİM SANIRIM. HAYATIMDA ALDIĞIM ÖNEMLİ KARARLARDA ÖNCE SANA GELDİM, SENDEN AKIL ALDIM. 13-14 YAŞLARIMDA BENİM KÜLTÜREL VE SOSYAL ALTYAPIMI OLUŞTURDUN. AYDA EN AZ 2 KEZ AKM’YE BENİ KLASİK MÜZİK KONSERLERİNE VE OPERA, BALEYE GÖTÜRMEYE BAŞLADIN. İLK BAŞLARDA UYKUM GELİRDİ AMA SONRALARINDA ALIŞTIM. EN BÜYÜK KEYİFLERİMDEN BİRİ OLDU O GÖSTERİLER. AMA İTİRAF EDEYİM OPERAYI SEVMEMİŞTİM HİÇ. KONSERDEN ÇIKAR, OSMANBEY YA DA ŞİŞLİ’DE SİNEMEYA GİDERDİK. DAHA İLERLEYEN ZAMANLARDA, BEN 18 YAŞIMI GEÇTİKTEN SONRA, SİNEMA ÇIKIŞI TAKSİM’DEKİ BİRAHANELERDE BABA KIZ MUHABBETLER ETTİK.  ŞİMDİLERDE KOSKACOMAN BİR KADINIM, AMA SEN BANA HALA YARDIMCI VE DESTEKSİN. BAŞIM SIKIŞTIĞINDA BABA YETİŞ DEDİĞİMDE, YA DA HASTALADIĞIMDA, YEMEK YAPIYORSUN, ÇOCUKLARIMA BAKIYORSUN. HAKKINI ASLA ÖDEYEMEM. ANNEMİN KAYBINDA EN BÜYÜK DESTEKLERİMDEN BİRİYDİN. ONU ÖZLEDİĞİMDE HALA SANA KOŞUYOR VE SENİN DİZİNDE AĞLIYORUM. BAŞIM SIKIŞTIĞINDA NE OLDUĞUNU SORMADAN KUCAĞINI BANA AÇIP, SAÇIMI OKŞAYARAK, BANA DESTEK OLUYOR, GÖZYAŞLARIMI SİLİYORSUN. SENİ SANADA  HEP SÖYLEDİĞİM TEK BİR YERDE ELEŞTİRİYORUM, BENİ YETİŞTİRMEN İLE İLGİLİ… O DA; KIZ ÇOCUĞUYUM VE KİMSEYE MUHTAÇ OLMAMALIYIM DİYE SON DERECE KENDİNE ÖZGÜVENLİ YETİŞTİRDİN. BU ÖZGÜVEN HAYATIMDA ÇOĞU ZAMAN AVANTAJ, AMA İKİLİ İLİŞKİLERİMDE DEZAVANTAJ OLARAK KARŞIMA ÇIKTI. LAKİN YAŞIM İLERLEDİKÇE BEN DE, BU ÖZGÜVENİ YERİNDE YA DA DOZUNDA KULLANMAYI ÖĞRENDİM. SENİNDE GEÇENLERDE DEDİĞİN GİBİ %100’DEN %25’E DÜŞTÜ SEVİYESİ.
BENİ YAKINDAN TANIYANLAR BAZEN ELEŞTİRMEK BAZEN DE ÖVMEK İÇİN BABASININ KIZI DEDİLER. BEN BUNDAN HEP GURUR DUYDUM. YAŞIN İLERLEDİKÇE SERTLİĞİN VE OTORİTEN AZALDI VE BANA GÜVENİN DE DOĞRU ORANDA ARTTI. BENİM İÇİN ÇOK SEVDİDĞİN MEMLEKETİN AYVALIK’I BIRAKIP BODRUM’A YERLEŞTİN. UMARIM SENİ PİŞMAN ETMEMİŞİMDİR. ANNEMİN KAYBINDAN SONRA BANA KALAN TEK SEN OLDUĞUN İÇİN, BEN HALİMDEN GAYET MUTLUYUM. SENİN YANIMDA OLMAN BANA GÜVEN VERİYOR.
44 YILLIK YAŞAMIMDA, SANA KARŞI HATALARIM YA DA YANLIŞLARIM MUTLAKA OLMUŞTUR VE OLACAKTIR. BAZEN GERÇEKTEN SEN HAKLISINDIR, BAZEN DE BENİ YANLIŞ ANLADIĞIN İÇİN BANA KIRILMIŞ YA DA KIZMIŞ OLABİLİRSİN. BUNLARIN TOPLAMI İÇİN SENDEN ÖZÜR DİLERİM. AMA ŞUNU SÖYLEYEYİM, DÜNYAYA BİR DAHA GELSEM VE BANA SORULSA, SEÇME ŞANSI VERİLSE YİNE SENİ BABAM OLARAK SEÇERDİM.

CANIM BABACIĞIM, İYİ Kİ VARSIN VE İYİ Kİ BENİM BABAMSIN.

BABALAR GÜNÜN KUTLU OLSUN.

SENİ ÇOK AMA ÇOOOOOOKKK SEVİYORUM.

KIZIN MELTEM"

Annem'e mektup...

Bu anneler gününde yazmıştım bu kentubu anneme, ve sosyal ağda yayınlamıştım. Bloguma da taşımak istedim.

"MERHABA. BUNDAN TAM 3 YIL ÖNCE AYRILDIK SENİNLE. HEM DE BİR DAHA GÖRÜŞMEMeK ÜZERE, SEN HAKKIN RAHMETİNE KAVUŞTUN. 128 GÜN SÜREN YAŞAM MÜCADELENİ, 27 NİSAN 2008 GÜNÜ KAYBETTİN. BEN 3 GÜN HARİCİNDE, HEP O KAPININ ÖNÜNDE, SENİ 5 DAKİKA GÖREBİLMEK, BELKİ DE SAĞLIĞINDA, KONUŞAMADIĞIMIZ YA DA PAYLAŞAMADIĞIMIZ ANLARI YAKALAMAK ADINA, O 5 DAKİKALARA SARILDIM HEP. HAYATINDA BELKİ DE İLK DEFA SUSUP BENİ DİNLİYORDUN. ELİNDEKİ DEFTERE YAZILAR YAZIP SORULAR SORUYORDUN. O DEFTERLEİ HALA SAKLIYORUM, KOKUNU ÖZLEDİĞİMDE O DEFTERİ YİNE YENİDEN OKUYORUM. MAGAZİN PROGRAMLARININ KONULARINDAN BAHSEDİYORDUK. HER GÜN DEĞİŞİK BİR ÇORBA YAPIYORDUK SANA, ONU İÇİRMEYE ÇALIŞIYORDUM SANA KAŞIK KAŞIK. TAM 3 YILDIR ÇORBA İÇEMİYORUM BEN, YENİ BAŞLADIM DAHA İÇMEYE. SENİ HATIRLATTIĞI İÇİN DEĞİL, SENİN BOĞAZINDAN ZORLA GEÇEN 3 KAŞIK ÇORBA, BENİM BOĞAZIMDAN BİR TÜRLÜ GEÇEMEDİ O GÜNDEN SONRA.

HATIRLAR MISIN BİLMEM; SANA SENİNLE KAHVE İÇMEYİ ÇOK ÖZLEDİĞİMİ SÖYLERDİM HASTANE YATAĞINDA YATARKEN SEN. HALA ÇOK ÖZLÜYORUM, O GÜZEL KAHVE İÇİMİNDE PAYLAŞTIĞIMIZ, BENİM İÇİN DEĞERİ BİÇİLEMEZ O ANLARI. HASTALIĞININ İLK BAŞLARINDA, BANA HAKKINI HELAL ETMEMİŞTİN, EVLENECEĞİM DEDİĞİMDE. AMA SON NEFESİNİ VERMEDEN HELAL ETTİN ŞÜKÜR. KÜS GİTMEDİK. SANA YAŞAMINDA HİÇ SÖYLEMEDİĞİM KADAR, HASTANEDE, SENİ SEVDİĞİMİ SÖYLEDİM. SON 2 GÜNÜNDE BENİ EVİME GÖTÜR DİYE YALVARDIN BANA, İMKANSIZ OLDUĞUNU BİLE BİLE. BEN DE SANA ÇARESİZ GÖZLERLE OLAMAYACAĞINI SÖYLEDİĞİMDE, O ZAMAN KÜSTÜN BANA VE “BEN GİDİYORUM” DEDİN, SANKİ KALMAK SENİN ELİNDEYMİŞ DE BANA KIZDIĞIN İÇİN GİDİYORMUŞSUN GİBİ…

YATTIĞIN YERDEN BENİ İZLEDİĞİNİ, BANA KIZDIĞIN ANLARDA RÜYALARIMA GİREREK BANA HALA HADDİMİ BİLDİRDİĞİNİ BİL. AMA BEN ÇOK DEĞİŞTİM VE DAHA DA DEĞİŞMEYE ÇALIŞIYORUM. O KARŞI ÇIKTIĞIN ADAMLA EVLENDİM VE BENİ ADAM ETTİ. EH DELİ DELİYİ GÖRÜNCE SOPASINI SAKLAR MİSALİ BEN DE SOPAMI KALDIRDIM ARTIK. BELKİ FARKINDAYDIN BELKİ DE DEĞİLDİN, O ADAM HEMEN HEMEN HER GÜN BENİMLE HASTANE KAPISINDAYDI. HEP BANA DERDİN Kİ “İNSAN ÇOK KEZ AŞIK OLUR, AMA BİR KEZ SEVER”. ALLAH ALLAH DERDİM BEN DE SANA ANNE OLUR MU, TAM TERSİ DEĞİL MİDİR O. YOK DERDİN HERKES YANLIŞ BİLİYOR. SANIRIM BEN SENİN DEDİĞİNİ BULDUM SONUNCUDA… ARTIK ESKİSİ KADAR, DEDİĞİM DEDİK DEĞİLİM. HANİ BANA DERDİN YA, BENCİLSİN SEN, KENDİNDEN BAŞKASINI DÜŞÜNMEZSİN DİYE, ARTIK ÖYLE DEĞİLİM. BİR KIZIM DAHA OLDU, EŞİMİN İLK EVLİLİĞİNDEN, 5 KİŞİLİK KOCAMAN BİR AİLEYİZ ARTIK. İSTANBUL’U TERK ETTİM SENDEN SONRA, BODRUM’A YERLEŞTİM –Kİ BUNU SANA SÖYLÜYORDUM HEP BİR GÜN GİDECEĞİM BURALARDAN DİYE- . BABAM DA BİZİM YANIMIZDAKİ EVDE YAŞIYOR, BİZE DESTEK OLUYOR, SIKIŞTIĞIMIZDA HIZIR GİBİ YETİŞİYOR SAĞ OLSUN. AYVALIK’TAN O DA BENİM İÇİN BURAYA GELDİ VE ÇOK DA İYİ OLDU. AKLIM ONDA DEĞİL EN AZINDAN.

OKULU KAZANDIĞIMDA EN BÜYÜK DESTEKÇİLERİMDEN BİRİYDİN, MESLEĞİME ANCAK ŞU YAŞA KADAR DEVAM EDEBİLDİM. ÇOK YORUCUYMUŞ, AYAKLARIM VE BEDENİM DAHA FAZLASINI KALDIRAMADI. SONUNDA EMEKLİ OLDUM, ARTIK EVİMDE OTURUYORUM. AMA BENİ BİLİRSİN, BİR ŞEYLER KAŞIMAYA BAŞLAR BENİ VE YİNE DURAMAM. ARTIK ATLET GİYİYORUM KIŞLARI; KIZARDIN BANA ÜŞÜTECEĞİM DİYE HEP. TARTIDA 58 KG.YU GÖRDÜM, ÖMRÜMDE İLK KEZ. BENİ HER GÖRDÜĞÜNDE, SEN ZAYIFLAMIŞSIN DERDİN. SAÇLARIMI SENDEN SONRA BİR KEZ SARIYA BOYATTIM, ERKEN ZAMANLARDA BENİ SARIŞINKEN BENZETTİĞİN KİBARİYE GELİNCE AKLIMA, HEMEN DEĞİŞTİRDİM RENGİNİ. KIZIL SAÇ SEVERDİN SEN, 2 YIL KIZIL DOLAŞTIM, AMA BAKIMI İNAN ZOR, BECEREMEDİM.

HATIRLIYOR MUSUN, BANA ÇOCUKLUĞUMDA ALLAH SANA SENİN GİBİ ÇOCUK VERSİN DERDİN HEP, VERDİ . EREN AYNI BANA BENZİYOR. BİR GÖRSEN, HATİCE TEYZEM ONU BİR DİZİDEKİ OYUNCUYA BENZETİYORDU. GERÇEKTEN DE ONA BENZİYOR. TAM BİR DELİKANLI OLDU, YAKIŞIKLI, MARUR, İNATÇI. BUGÜNDE TELEFONDA BANA SORDU "ANNE BIYIKLARIMI KESTİREYİM Mİ" DİYE. ARTIK SEN HESAP ET NE KADAR BÜYÜDÜĞÜNÜ. SANKİ BİRAZ DEDESİNİN DE HUYLARINI ALMIŞ, FİZİĞİNİN YANINDA. ONU BEBEKKEN 2 DAKİKA SANA BAIRAKAMAZDIM. BİR KERESİNDE PAZARA GİTMEYE NİYETLENİP SANA BIRAKMIŞTIM DA, 10 DAKİKA SONRA ARAMIŞTIN DÖN GEL DURMUYOR BU DİYE. O HALLERİNDEN ESER YOK ARTIK. BANA O ZAMANLARDAKİ GİBİ DÜŞKÜN DEĞİL. HAZAL ÇOK GÜZEL BİR GENÇ KIZ OLDU. SENEYE ÜNİVERSİTEYE GİDECEK. DAHA DÜN GİBİ, SENİN KUCAĞINDAKİ HALLERİ, ONU BİRLİKTE BÜYÜTÜŞÜMÜZ. HALA KÜÇÜCÜK KULAKLARI VE ANGELİNA JOLİE DUDAKLARI VAR. SENİ ÇOK ÖZLÜYOR. BİLİYORSUN, SANA ÇOK DÜŞKÜNDÜ. İSTANBUL’A  SANA GELDİĞİNDE, ARALARDA BENİ ŞİKAYET EDİYORMUŞ, KENDİ SÖYLEMİŞTİ. SENİ ÜZMEMESİ İÇİN BİR DAHA YAPMAMASINI TEMBİHLEDİM. UMARIM ARTIK YAPMIYORDUR. ARTIK SENİN KADAR GÜZEL PİLAV YAPABİLİYORUM. KÖFTEM DE SANA YAKLAŞTI. AMA ZEYTİNYAĞLI DOLMAM VE AMERİKAN SALATAM YANINDAN GEÇEMEZ. BİLİYORSUN MERCİMEK KÖFTESİ YAPAMAM HİÇ, AMA SON 3 SEFERDİR ONU DA ÇOK GÜZEL YAPIYORUM. KOCAM BİLE ANNESİNDAN DAHA İYİ YAPTIĞIMI SÖYLÜYOR. AİLE İLE BAĞLARIM HİÇ KOPMADI, ARAYA MESAFEDE GİRSE BENİ HER ZAMAN BENİ YOKLUYORLAR, SAKIN MERAK ETME. İLK ZAMANLARDA AKLIMA DÜŞTÜĞÜNDE MÜNÜŞ’Ü ARIYORDUM. AMA ARTIK ARAMIYORUM, ONUNDA YÜREĞİ KALKIYOR ÇÜNKÜ. ŞİMDİLERDE AĞLAMAK İSTEDİĞİMDE, SENİ ÖZLEDİĞİMDE CANAN’I ARIYORUM. O BENİ SAKİNLEŞTİRİYOR, KONUŞUYOR. HER YIL HIDRELLEZ’DE MÜNÜŞ BENİ ARIYOR VE HATIRLATIYOR. SENİN BANA ÖĞRETTİKLERİNİ O GÜN, BİR KAĞIDA YAZIP AİLEM VE KENDİM İÇİN BAHÇEMDEKİ GÜL AĞACINA BAĞLIYORUM. CANDAN ERÇETİN’İN ANNEM ŞARKISINI DİNLEYEMİYORUM HALA. BİRDE KINA TÜRKÜSÜ VAR YA, BU GECE MİSAFİRİM ANNEM DİYE SÖYLENEN, BİR DE ONU DİNLEYEMİYORUM. GÖZYAŞLARIM SEL OLUP AKIYOR. ENGEL OLAMIYORUM. BAZEN NEFESSİZ KALIYORUM, YÜREĞİM SIKIŞIYOR AYNI ÇİĞDEM ABLA GİBİ, AMA GEÇİYOR.

BEN SENİ ÇOK ÖZLÜYORUM, AMA SENDEN SONRA 5 TANE ANNEM OLDU. BÜTÜN TEYZELERİMİ ANNEM GİBİ GÖRÜYORUM ONLARDA BENİ ÖZ ÇOCUKLARI, SENİ EMANETİN GİBİ GÖRÜYOR. AYŞEGÜL, BİLGE, ABİMLER, KUZENLER, KİMSE BENİ YALNIZ BIRAKMIYOR SAĞOLSUN, HERKES SAHİP ÇIKIYOR. AİLENİN ASİ, İNATÇI DİK BAŞLI ÇOCUĞU DEĞİLİM AMA ARTIK. İNAN… EPEYCE DURULDUM VE SAKİNLEŞTİM. YAŞ ALDIKÇA, DURULDUM. KEŞKE SEN DE GÖREBİLSEYDİN. AMA BİLİYORUM Kİ, SEN BENİ OLDUĞUN YERDEN DE TAKİP EDİYORSUN. ATİYE TEYZEM İLE SEN BİR GÜN ANNEANNENİZE BENZERSEK BİZİ UYARIN DEMİŞTİNİZ, BENDE SANA DEMİŞTİM Kİ “ANNE BAK ANNEANNEM GİBİ OLMAYA BAŞLADIN”. KIZIP, BENİM YAŞIMA GELDİĞİNDE SENİ DE GÖRECEĞİZ DEMİŞTİN. YAVAŞ YAVAŞ SANA BENZEMEYE BAŞLADIM BİLE. AMA ŞİKAYETİM YOK. ARMUTUN ELMA AĞACININ DİBİNE DÜŞMEYECEĞİNİ BİLECEK KADAR OLGUNLAŞTIM, VE İNAN BUNDAN GURUR DUYUYORUM. SENİN KIZIN VE SENİN ÇOCUĞUN OLMAKTAN, BÖYLE BİR AİLEYE SAHİP OLMAKTAN SON DERECE MUTLUYUM. TEK DERDİM KAYBETTİĞİMİZ ZAMANLARI, BOŞA GEÇİRDİĞİMİZ, KAVGA ETTİĞİMİZ ANLARI GERİ ALAMAMAMDAN KAYNAKLANIYOR. AMA OLSUN, BİLKİ SENİ ÜZDÜĞÜM ZAMANLARDA KENDİ DOĞRULARIMIN PEŞİNDEN GİDİYORDUM, SENİ DİNLEMEDİĞİM ASİLİK YAPTIĞIM ANLARDA, KENDİ TECRÜBELERİMİ YAŞIYORDUM. İSYANIM BUNDANDI. YAŞADIĞIM HİÇ BİR ŞEYDEN DE PİŞMANLIK DUYMUYORUM. BU ANLARDA SENİ KIRDIYSAM, BENİ AFFET. GEÇ GELEN BİR İSTEK OLABİLİR AMA, ANNELERİN HER ZAMAN AFFEDİCİ OLDUĞUNU BEN DE ANNE OLUNCA ANLADIM.

SENİ SEVİYORUM ANNECİĞİM, İYİKİ VARDIN VE İYİ Kİ BEN SENİN EVLADINDIM.

ANNELER GÜNÜN KUTLU OLSUN.

20 Mayıs 2012 Pazar

Yara ve izi...

Sanırım 5-6 yaşlarında ya var ya da yoktum, tam olarak hatırlayamıyorum; su çiçeği çıkarmıştım. Benim zamanımda, su çiçeği aşısı yoktu, şimdilerde aşısı olduğu için, çocuklar daha hafif atlatıyorlar. Her tarafımda küçük, içi kabarcıklar dolu, sulu sivilce benzeri yara gibi şeyler çıkmıştı. Tatlı tatlı o kadar güzel kaşınıyorlardı ki... Pembe, soğuk bir sölüsyonu vardı, kaşındıkça annnem üzerine bir pamukla ondan sürüyordu. Bir kaç saatliğine, kaşıntı azalıyordu ama, meret şeyler yeniden başlıyordu kaşınmaya. Annem sürekli bağırınıp çığrınıyor "kızım kaşıma izi kalacak" diye ama ne mümkün kaşımadan durmak. En sonunda burnumun üzerinde çıkanı nasıl tırnakladıysam ve kaşıdıysam, aynı annemin söylediği gibi izi kaldı. 40 sene sonra bile, dikkatli bakıldığında burnumun üzerinde izini görmem mümkün. Ona baktıkça o günlerde annemin söyledikleri ve o soğuk ilacın beni nasıl rahatlattığı aklıma geliyor.

Daha ilerleyen yaşlarda, genç kızlığıma doğru dudaklarımı yemeğe başladım. Babam inanılmaz kızardı. Dudağımın kenarında günlerce kızarık, kocaman bir yarayla dolaştıkça babam sinir olurdu. En sonunda bir gün dayanamadı, eline tendirdiyotu aldı ve basıverdi yaranın üzerine. Şimdilerdeki Baticon gibi yakmayan cinsden de değildi, korkunç derecede canım yandı, dünyam karardı, gözlerimden yaş geldi. O acıyı hayatım boyunca unutmadım. Dudağımı hala koparırım, o acı aklıma gelir elimi çekmek isterim ama alışkanlık işte çekemem. Ama o yaranın izi kalmadı, sadece acısı var hafızamda anı olarak, bana babamın o günkü kızgınlığını hatırlatan...

Günlük hayatda da, tartışma esnasında birbirimize karşı kullandığımız, sarf ettiğimiz kelimeler, biz farkında olmadan karşı tarafta öyle derin yaralar ve acılar bırkabiliyor ki! Zaten o kelimeleri sarf ederken nasıl algılanacağını düşünmeden, aynı babamın sadece benim canımı yakmak için dudağıma bastığı baticon gibi, karşı tarafın sadece ve sadece canını yakmak için, kelimeleri sarf ediyoruz. Kimi iz bırakıyor benim su çiçeği yaram gibi aynaya dikkatlice baktığımda görebildiğim, kimi de iz bırakmıyor ama acısı her daim hatırlanıyor, tendirdiyotun acısı gibi. Keşke dilimizin her ne kadar kemiği olmasa da, olduğunu düşünerek, kıracağımızı bilerek konuşmayı bilebilsek. Keşke, yaşamda bazı yara izlerinin ömrümüzün sonuna kadar bizle olacağını, acılarında daima hatırlanabileceğini aklımızın bir köşesinde tutabilsek. Çünkü her tartışma aslında, bir öncekindeki yarayı tekrar kanatıyor ya da izinin üzerine parmak basıyor. Aynı, tuzu yaraya bastığınızda yakması gibi. Tuz basılan yaralarımız olmaması dileğiyle, yeni bir güne uyanmayı istemekren başka elden bir şey gelmiyor.

21 Nisan 2012 Cumartesi

Bir daha dünyaya gelirsem....

Çok yakından tanıdığım biri bundan bir kaç gün öncesinden ilk eşiyle yaşadığı bir tartışma sonrası, şöyle bir cümle kurdu; " Lanet olsun bir daha dünyaya gelirsem asla evlenmeyeceğim, hele de çocuk sahibi olmak mı, tövbe!!!!" Bu kişi bundan yıllar önce, ikinci evliliğini yapmış bir şahıs. Üstelik de görüntüde evliliği ile ilgili, çoğunlukla bir problemi yok. Ben de dedim ki, "sen bu bilinçle bir daha dünyaya gelecek misin bakalım? Hem sen son evliliğini yaparken o kadın için ölüp bitmedin mi? Neden faturasını ikinci kadına kesiyorsun? Biraz ağır olmuyor mu?"

İkinci, ya da üçüncü, ya da dördüncü ve daha sayamayacağım kez yaptığınız evliliklerde, hata hep karşı tarafta mıdır? Soruyorum şimdi, bu kadar evlilik -bu ikide de kalabilir sayısız da olabilir- hep hata karşıda mıdır? Sizde hiç yok mudur hata? Ya da bir önce yaptığınız hatanın bedelinin bir sonraki ödemek zorunda mıdır? Hele de ne demek çocuk sahibi olmamak! O çocuk seçtimi ki sizi anne ve baba olarak? Çocuk yapacak kadar zekaya sahiptiniz de, evliliği yürütemeyecek kadar aptal mıydınız? Hadi o kadar aptaldınız evliliği bitirtdiniz, bu da anlaşılabilir, insanlar anlaşamayabilir, pekiiiii ikinciyi evliliği yaptığızda da mı, kafanız yoktu!!!

Her türlü hatayı kendinize mal etmektense karşı tarafa yüklemek işin en kolay kısmı sanırım. Evlendim ama suçlu oydu, çocuk sahibi oldum ama suçlu yine oydu. Siz ne yaptınız, sütten çıkmış ak kaşık mıydnız? Ne yaptıysa ikinci ya da üçüncü ya da şu an bilemediğim şahıstaydı kabahat. Kendinize hiç sormadınız, ben nerede yanlış yaptım diye...

Eh ağızdan çıkan düşüncesizce tek bir cümle, şu an içinde bulunduğunuz durumu sıfırlar. Hatanın neresinden dönerseniz kardır. Tek bir yaşam, tek bir hayat var önünüzde... Hadi o zaman, durmayın! İkinci ya da bilmem kaçıncı evliliğinizde iseniz bitirin, hata olduğunu düşünüyorsanız... Hiç bir şey için geç değil. O kapı hep açık, ve istediğiniz zaman çıkıp gitmekte özgürsünüz. Tek hayat tek yaşam unutmamak gereken tek gerçeklik bu. Bir daha dünyaya gelir isek -ki inanışa göre reenkarnasyon 14 kez oluyor- aynı bilinçle olmayacağız bu dünyada. Ne gerek var, bir yaşamımızı, pişmanlıkla harcayalım.

Ben bu bilinçle ya da bu bilinçsizliğimle, 15 kez daha evlenebilirim, hem de hataları karşı tarafa yüklediğim kadar kendime de yükleyerek. Ne kadar o suçluysa ben de suçluyum diyerek. Ya sizin var mı bu yüreğiniz? Varsa, hadi o zaman yüreğinizin götürdüğü yere kadar yolunuz. Yoksa, bittiği yerde siz de bittiniz....!!! Cesaret, bir daha dünyaya geldiğimde onu yapmayacağım bunu yapmayacağım demek ile olmuyor, aynı hataları tekrarlamamaktan geçiyor yol... Çok yakın birinin dediği gibi, "hayatta pişmanlıklar ve keşkeler yoktur". Bunu söylediğiniz kadar yapabiliyor musunuz? İşte siz o kadar varsınız yaşamda.... Sarf etttiğiniz cümleler, yapabildikleriniz ile doğru orantılı olmalı, laf ağızdan çıktığı anda mertliğiniz ile tartılır, bunu unutmamalı!!!

12 Nisan 2012 Perşembe

Deprem...

Gerçek anlamda bir depremden bahsetmeyeceğim şu an, hani şu evlerimizi yıkan, binaların altına gömdüğümüz bir dolu insanı yok eden, doğal afetler içinde,  belki de en büyük kayıpları 5-10 saniyede verdiğimiz.... Başka bir deprem anlatmak istediğim. Evlilikte yaşanılan deprem. Geçen günlerde bir arkadaşımın evliliğinde yaşadığı bir sorun ile ilgili, ona akıl verirken, birden dudaklarımdan çıktı bu söz, deprem...

Evliliklerde yaşanılan problemler, bazen küçük bazen büyük farketmez, kişilerin onlara gösterdiği tepkiyle, ya da verdiği karşılıkla ölçülür çoğu zaman. Mesela, eş olarak aldatıldığınızı öğrendiğinizde, verdiğiniz tepki, aslında sizin kişiliğiniz ile alakalıdır. Birimiz, bunu kaldıramaz, ya hemen boşanır, ya evden gider, ya da cezasını diğer eşe fazla fazla ödetir. Bir diğerimiz, sineye çeker, yüzleşir, hesap sorar ama vazgeçemez.

25-35 yaş arası kadın muhabetlerinde bana sorulduğunda verdiğim cevap hep aynıydı; "hemen boşanırım". 35'den sonra bu fikrim değişti.Tek seferlik ise evliliği yıkmaya değer mi diye sorgulamaya başladım. Sanırım sonrasında pişmanlık duymamak için fikrimi değiştirdim. Etrafımda aldatılma üzerine evliliklerini bitiren bir dolu kadının, aylar sonra yaptıkları itiraflarda hep pişmanlık gizliydi. Bugün konuştuğum bir arkadaşım, 37 yıllık evliliğini bir aldatma ile tek celsede bitirmiş, ama pişman olduğunu söylüyordu. Şimdi ki aklı olsa bir kez daha kararını gözden geçireceğini vurguluyordu.

Bu, ya da buna benzer, siddetli evlilik tartışmalarını depreme benzettim, kendi kendime. Hani saniyeler içinde yıkımlara yol açan, bir binayı yerle bir ederken, bir diğerine hiç dokunmayan, bildiğimiz doğal afet gibi. Eğer temel sağlam değilse, depremin yıktığı bir ev gibi geldi, bir sorunla yıkılan evlilikler... Marmara depreminden sonra televizyona çıkan deprem bilimciler, hep binaların depremin büyüklüğüne verdiği karşılıktan bahseder olmuşlardı hatırlarsanız. Kimi yerle bir oluyor, kimi sallanıyor ama yıkılmıyor, kimi yan yatıyor ama tuzla buz olmamış, kiminde de çatlaklar oluşuyor ve onarılabiliyor.

Bana göre çıkan sonuç şöyle; evlilikte yaşanılan sarsıntılar, sizin ne kadar güçlü olduğunuzla doğru orantılı, ya da anlık zaaflarınızla verebileceğiniz kararlara göre, birlikteliğinizi yıkabalir veya sarsabilir. Başka bir bakış açısıyla, eğer 5,3 büyüklüğünde depremi atlattıysanız, oluşan çatlakları onarıp, 7,2'ye de dayanabilirsiniz ve yıkılmazsınız. Önemli olan siz aynı evde, aynı şekilde devam etmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz!!!

18 Mart 2012 Pazar

Dostluk...

Herkese göre değişen bir kavramdır dostluk. Kimine göre, çok olması, övünç kaynağıdır. Kimine göre, bir elin parmağını geçmemelidir. Benim için ise, gerçekten az ama öz olanıdır. İyi günde değil, esas kötü günde yanımda olmasını tercih ettiğimdir. Öyle 3-5 yılda dost olunmaz. Aşamaları vardır, önce tanırsın karşılıklı birbirini, arkasından arkadaşlık gelir. Sosyal ortamda paylaşımlar, sohbetler, konuşmalar, hayat detaylarını öğrenme süreci ile devam eder. Uzun zaman boyunca, karşılıklı tartmalarla devam eder. Yıllar öncesinde, sana çok uzak gibi görünen arkadaşlık ilişkileri, zamanla dostluğa dönüşür. O dönemlerde gıpta ile baktığınız belkide içten içe kıskandığınız ve onlar gibi olmak istediğiniz anlar çok olmuştur. Uzak ihtimaldir, o dönemlerde onların arasında olmak, onlar gibi düşünmek, onlar gibi giyinmek. Ama yıllar yollarınızı kesiştirir.

Sen konuşmadan anlayandır dost. Gecenin bir yarısında, ağlayarak aradığında, içim acıyor dediğinde, senin için o da ağlayandır. Aşk acısı çekerken, halısının üstünde geçmiyor, geçmeyecek, ölmek istiyorum dediğinde, geçecek, ağla ama geçecek, 6 ay sonra bunlara birlikte güleceğiz diyendir. Berbat bir durumdayken sana evini açıp, hiç sorgulamadan seni misafir edendir. Doğum esnasında, eğer ölürsem diye düşünürken, çocuğunu emanet ettiğindir. Eğer bir gün bana bir şey olursa, çocuklarım sana emanet dediğin kişidir. Takıntılıyım, düzen hastasıyım, kuralcıyım dediğinde, sana yol gösteren, seni dinginleştiren, sana destek olan ve huzur verendir. Bu cümlelerin hepsinde anlattığım ayrı ayrı dostlarım benim. Kimi ile, okul sıralarından çıktık dostluk yolculuğuna, kimileri ile daha ilerleyen yaşlarda tutunduk birbirimize. Okul sıralarından geldiklerimiz ile, o yıllarda çok da paylaşımımız yoktu, az önce yukarıda yazdıklarımdan da anlaşılacağı gibi.  Ama tesadüfler ve evren yollarımızı ilerleyen yıllarda kesiştirdi. O kesişen yollarda, o kadar çok şey paylaştık ki. Zaman; bazılarını iş arkadaşlığından ya da aynı apartmanda otururken, çocuklarımızın oyun arkadaşlığı etmelerinden hoşnut olup, komşuluk ilişkilerini geliştirip, arkadaşlığı dostluğa dönüştürdü. Her biri ile paylaştığım şeyler ayrı. Birinin bildiğini, belki de diğeri bilmez. Her birine anlattığım şey farklıdır. Ama neyi paylaşırsam paylaşayım, asla yargılanmayacağımı, suçlanmayacağımı, infaz edilmeyeceğimi bilirim. O kadar özleller ki benim için, hayatımı emanet edebilirim onlara. Her biri, hayatımda öyle özel anlara tanık olmuşlardır ki! Hatta hayati kararlarımda çok önemli roller oynamışlardır. Çoğu zaman ailemden, annemden babamdan daha yakın olmuşlardır bana. İçime kapanıp, dışa dönüklüğümü yitirip, hüzün kuyularında kaybolduğum, kendimi kaybettiğim anlarda, beni anlayıp, yanımda olmuşlardır. Her ne olursa olsun, hep yanımda olacaklarını bilirim. Bu duygular hep karşılıklıdır. Benim de her daim onların yanında olacağımı onlar da bilirler. Bir tanesi ile aynı yerde yaşıyoruz. Burada olmamda, şu an ki eşimi tanımamda ki en önemli rolu oynayan kişidir. Ben asla Bodrum'a gelmeyeceğim dediğimde gülen kişidir. Üniversite sınavını kazanmamda, dualarıyla, annesi ve o bana sonuna kadar inanarak destek olmuşlardır. Diğerleri İstanbul'da, eksikliklerini çok duyuyorum, ama biliyorum ki telefon kadar yakınlar, ya da oraya gittiğimde kapılarını ardına kadar bana açacaklar. Mesafeler, uzaklıklar paylaşımları belki azaltır, ama her zaman kaldığımız yerden devam edebiliriz.

Sevgili dostlarım, bu yazıyı okuduğunuzda, zaten siz kendinizi ayıklayıp içinden, hanginizden bahsettiğimi anlayacaksınız. Hepiniz iyi ki hayatımdasınız. İyi ki, bana dostsunuz. Hayatımdaki rolleriniz ve yanımda olduğunuz için sonsuz teşekkürler.  Hep yanımda olmanız dileğiyle...

13 Mart 2012 Salı

Yastık kavgası...

Çocukluğum 4 metrekare, küçücük bir odada geçti benim. Dedem demirciydi. Babam ile birlikte, o odayı muhteşem kullanışlı bir genç kız odasına dönüştürmeyi başarmışlardı. O küçücük odada herşeyim vardı. Çalışma masam, gardrobum, yatağım. Ama hayatımın her anında, kocaman bir yatağım olsun istemiştim. Evlendikten sonra, normal klasik bir yatağım oldu. Ama kulağımda nefes sesi duyarak, yanımda birinin varlığını hissederek uyumaya allışmak epey zamanımı aldı. Evliliğimin ilerleyen zamanlarında ise, çareyi yatağı büyütmekte buldum. 180*200 bir yatakta, evliliğimin son 4 yılını, o yatağın bir ucunda ben bir ucunda o geçirdim. Hele kavgalı olduğumuz akşamlarda, o yatak bile dar gelir, hangi köşesine kaçacağımı şaşırırdım. Boşanma ertesinde yatağımı aldım. En büyük keyfim Pazar sabahları 2 çocuğumu yanıma alıp, sabah sohbetleri yapmak oldu. Çok yağmur yağdığında, gök gürlediğinde, ya da kabus gördüğümüzde buluşma yerimiz o yataktı. Gök gürlemelerinde, çocuklarımla birlikte, yorganı başımıza kadar çeker, birbirimize sımsıkı sarılıp, gürültünün geçmesini beklerdik. Yalnız yatmak zor geldiğinde, İkea'dan aldığım timsah benzeri bir hayvanımı yanıma alıp yatardım. Adını Recep koymuştum. Recep benim yalnız uyuduğum akşamlarda bana arkadaş oluyordu. Recep'e çocuklarım da alışmıştı. Bazen hep birlikte, duruma gülerek, kıkırdayarak Recep'ide yanımıza alıp o koca yatakta çok eğleniyorduk.

Aradan zaman geçti, şimdi ki yol arkadaşımla paylaştım başlarda o yatağı. O zamanlar o yatak o kadar büyük geldi ki bize, değiştirdik. 40 cm düşük ölçülü, 140*200'lik bir yatak aldık kendimize. Yıllarca, 180*200 yatak bile bana küçük gelirken, 3,5 yıldır daha küçüğünde ama bana büyük gelen bir yatağı paylaşıyoruz onunla. Her akşam aynı tartışma var. Sen sağa dön ben sana sarılacağım, yok olmaz sen dön ben sarılacağım. Çözümü şöyle ürettik; önce o sarılıyor, 5 dakika sonra dönüyor ben ona sarılıyorum. Benim sarılmam sokulma şeklinde olduğu için, onun yastığında, aradan hava bile geçmeyecek kadar boşluk bırakarak, neredeyse onu yataktan düşürecek kadar mesafede uyumak, aralarda onun şikayet etmesine nedne oluyor; "Hatun beni attın yine yataktan, az daha gelirsen boşluğa düşeceğim, az öteye gitsene". Ama olmuyor, gereçkten uyukuya kendi yastığımda geçemiyorum. Maksat yastık değil zaten, eğer öyle olsa, aynı yastıktan alarak çözümü üretirim. Maksat, aynı yastığa baş koymak. Kendimi güvende hissetmek, bacaklarının bacaklarıma değdiğini, nefes alışlarımızı duymak... Oysa ki, yıllarca nefes sesinden nefret ettim. Ben bile kendime hayret ediyorum, nasıl oluyorda bu şekilde uyuyabiliyorum diye... Ama oluyormuş. Elimden gelse, yatağı iyice küçülteceğim.

Yastık kavgamız hiç bitmesin, her akşam bu şekilde tartışalım....

29 Şubat 2012 Çarşamba

Kırmızı ev...

Bodrum'da yaşıyorum ya ben, bir tane devlet hastanemiz var. 20 gün önce internetden göz doktoruna randevu almıştım. Bugün gittim. Belki kontrol için gözüme damla damlatırlar diye babamda benimle geldi. Damladan sonra, göz bebekleri büyüyor ve görüşünüzü 2 saat boyunca kaybediyorsunuz. Buda araba kullanmayı engeliyor. Bu yüzden babam yanımda bana refakat etti.

Bne 3 yaşındayken birden annem ve babam şaşı baktığımı fark etmiş. Ağır bir ateşli hastlaık geçirmişim. Ardından gözllerim kaymış. Hemen doktora götürmüşler. O zamanın, göz üzerine en iyi hastahanesi Cerrahpaşa. Şaşılık testi yapılmış ve teşhiş konmuş. Şaşıymışım!!! Şişe dibi camlı, kalın çerçeveli gözlüklerim yazdılar reçeteme. Fotoğraflarım var o günlerde çekilmiş. Ön dişlerim dökülmüş, gözümde kalın cmalı gözlükler, bir hilkat garibesi. Her ay, oontole götürürdü annem beni, işindne izin alıp. O dönemde randevu falan yok. Bir ay önce elinize bir kağıt tutuşturup, bir sonraki ay, hangi gün ve saatte orada olacağınız söyleniyor ve bir deftere kayıt ediyorlar. Eski teknoloji, makinelere giriliyor. Ölçümler yapılıyor, gerileme mi var ilerleme mi? Her muhayenede baktığınız makinede, kırmızı bir ev gözüküyor. Doktor soruyor net mi, bulanık mı diye. Sizde cevap veriyorsunuz. Numara buna göre tespit ediliyor. Tedavi süreci de bu şekilde belirleniyor. Benim tedavim, her ay kontrole gittikten sonra, bir hafta, günün yarısı sağ gözümü, diğer yarısı sol gözümü siyah bir kartonla kapatmaktı. O kadar küçüktüm ki, daha okula bile gitmiyordum. İnanılmaz eziyetliydi benim için bu egzersiz. Ama gözümün iyileşmesi için gerekliydi. Anneannemde kalıyordum o zamanlarda. Zavallı anneannem sürekli takip ederdi beni. O mutfağa gittiğinde, ya da ben bahçeye çıktığımda, siyah kartonu çıkartırdım gözümden. O anları kar sayardım kendime. Bilemezdim ki, benim sağlığım için takılan bir kartondu o gözüme. Denyein bir, tke gözünüzü bir kartonla kapatın. Bakın nasıl kısıtlanıyosunuz. İşte tam da buydu, o yaşlarda bilmediğim, ama şimdilerd adlandırdığım durum. KISITLANMAK. Hiç tahammül edemediğim şey, o günlerde de bugünlerde de. Netice itibariyle, genç kızlığa adım attığım 16'lı yaşlarımda, babamın tüm itirazlarına rağmen, gözlüğü bir anda attım. Estetik kaygılar yüzünden. Tabiki, kıyametler koptu. İlk zamanlarda, babamın yanında gözlüğümü takıp, arkadaşlarımın yanında çıkardım gizli gizli. O günden bugüne kadar gözlük takmadım. Yaşım 44. Çoüu arkdaşım, yakın gözlük kullanmaya başladı, çok öncelerde. Hatta abim benim iel dalga bile geçti, yaşlandın ama gözlüğün yok mu senin diye...

Sonuç olarak, bugün doktora gittiğimde, kağıda beklerken, babam bana, kırmızı eve bakacaksın yine dedi. Yok artık dedim, hala mı kırmızı ev? "Evet" dedi "O hala var". Bütün o çocukluk anılarım geldi aklıma. Suadiye'den, Cerrahpaşa'ya gidişimiz annemle -anne snei çok özledim- . Saatler süren kuyruklarda beklememiz. Beni kimin oraya götüreceği ile, annem ve babam arasında yapılan tartışmalar. Sonuçta çoğunlukla anneme kalan ihale. Neyse, doktorun yanına girdim. Ölçümlerin yapılması için makineye giridim. Ohhhhh, kırmızı ev yok. Çıkan kağıt hemşire tarafından doktora verildi. Doktor anlamadı, sorun gözükmüyor dedi. Klasik camları taktı gözüme, en üst sıradan aşağıya doğru küçülen o harfleri okumaya başladım. Son sıraya kadar sorun yok. Son sırada biraz harfler karışıyor. Zaten şikayetimde esas olarak bu. Alt yazıları ve yol tabelalarını okuyamıyorum. Adamcağız, "normalde gözlüksüzde idare edersin ama senin rahatın için, yazıyorum reçetini" dedi. Artık yarından itibaren gözlük takacağım. Ama yaşlılıktan değil, sadece astigmatım olduğu için... Hala çok ağladığımda, ya da çok üzüldüğümde, sol gözüm kayar. Ama ben bugün, çocukluğumdaki, kırmızı evi görmediğim için makinede çok mutluyum...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Susmayı bilmek....

Hiç bir tartışma esnasında susmayı denediniz mi? Ben denedim ama başaramıyorum. Sanırım yıllardır ne geliyorsa başıma bundan geliyor.

Babam çok küçüklüğümdne beri, beni öyle öz güvenli ve tuttuğunu koparan bir kız çocuğu olarak yetiştirmiş ki! Haklı olduğuma inandığım yerde, ya da haksız da olsam bir şekliyle karşılık vermeden duramıyorum. Hayatımda, belli dönemlerde, susmayı çok iyi bilen insanlarla karşılaşmadım değil. Ama, bu benim sinirlerimi daha da zıplattı. Bence kavga ya da tartışma, susmaktan daha iyi. En azından iletişim var kavga da bile. Hep tartışma esnasında karşımdaki bir şey söylerken, ben de karşılık veririm. Susarsam, sanki konuşma sonunda eksik bir şeyler kalacak ve kendimi savunamayacağım diye düşündüğümden... Susmayı bir tek babama karşı becerebilmişimdir, o da genç kızlığımda. Ona karşı bile artık susmuyorum. Eğer genç kızlığımda susmasaydım, babam benim kahramanım olamazdı. Çoğunlukla da haklıydı zaten babam bana bağırmakla, ya da kızmakla. Ne diyebilirdim ki? Acaba susmamak, karşındakini dinlememk anlamına mı geliyor? Bence öyle değil! Sadece söylediği konuda aslında sizinde bir fikriniz ya da o anda düşündüğünüz bir şeylerin olduğunun göstergesi. Tamamen insancıl bir savunma mekanizması. Tabi eğer tartıştığınız sizin yaşıtınız biriyse, eşiniz, kocanız, yakın bir arkadaşınız ise bu kişi susamıyosunuz. Ama eğer çocuğunuz ise onun karşılık vermemesini istiyorsunuz. Bu da sizin egonuzdan, ebeveyn olmanızdan ve her daim haklı olmanızdan kaynaklanıyor. Çocuğunuzun susması size karşı bir saygı göstergesi. Haksızlık değil mi? O da bir birey, kendini savunmalı, ama izin yok, ne olursa olsun karşılık vermemesi lazım. Bir gün çocuk sahibi olduğunda sizi anlayabilir ancak. (Çocuklarım inşallah bunu okumazsınız:) Ya da üst düzey bir yöneticiniz ile yaptığınız bir tartışma da susmanız gerekiyor, işinizin devamlılığını istiyorsanız. Çok yakın bir arkadaşım bana bir gün; "iş yerinde gösterdiğimiz sabrı keşke hayat arkadaşlarımıza da gösterebilsek, hayatımız çok daha kolay olurdu " demişti Çok da haklıydı. Düşünsenize, hiç hak etmediğiniz  halde, sizi suçlayan patronunuza ne diyebiliyorsunuz? Hayır efendim haksızsınız, ben haklıyım deyiverin bakalım ne olacak! İşinizden olursunuz. Bunu bildiğiniz için de susuyorsunuz. Eeee aynı sabrı neden normal yaşantımızda, hayatımızda en çok değer verdiğimiz insanlara karşı yapamıyoruz?

Son dönemlerde, bir tartışma sırasında susmayı deniyorum. Deniyorum diyorum, çünkü çok uzun süre sürdürebileceğimi düşünmüyorum. Bu seferde kaşım, gözüm, elim oynuyor. Bu karşı tarafı daha da sinir ediyor. Ağzımla söyleyemediklerimi vücüt dilimle söylüyorum. Eh put değilim ki kardeşim ben. Hem konuşmadan, hem de hareket etmeden durabileyim. Hem benim bir kişiliğim var, bunca yıldır var olanı, nasıl değiştireyim. Ancak törpülerim. Ayrıca  çok önemli bir söz var benim gönülden inandığım, "eğer karşınızdaki insan susuyorsa, artık size değer vermiyordur. Onun gözünde değerinizi yitirmişsinizdir". Ne kadar doğru, tartışmaya bile değer bulmuyor sizi demektir. Hem acaba bunu karşı taraftan isterken siz susabiliyor musunuz? Bunu düşünmek lazım. Ama ben susamam, o zaman ben olamam. Susup saatlerce karşı tarafı dinleyip, konuşma sonunda ne söyleyeceksem söylemem gerekirse, unuturum her şeyi. O halde yazmam gerekir tek tek konuları ki, karşılığını verebileyim. Bu seferde karşı taraf ne yapıyorsun sen manyak mısın demez mi? Hatalı da olsam hatasız da olsam, konuşmam gerekir. İnsan doğası savunma mekanizmasıdır. Cinayet bile işleseniz, nedenlerini anlatmak gerekir, Hem de anında, hemen. Heyecanı sönmeden.

Kısaca ve net olarak, ben sussam, vücudum konuşur. Eh hayatımdaki insanlar buna alışın. Eğer susarsam, söyleyecek bir şeyim olmazsa bilin ki, artık konuşmaya deymiyosunuzdur....Eğer hayatımda var olmak istiyorsanız, benim karşılık vermeme de alışmalısınız.

20 Ocak 2012 Cuma

Babasının kızına yazdığına şiir...

Geçtiğimiz yıl 44 yaşıma girdiğim gün babam bana doğumgünü hediyesi bir şiir yazdı. Bence bir çocuğun babasından alabileceği en güzel hediyedir, torunlarına bile okutabileceği bu dizeler. Burada paylaşmak istiyorum...

BİR YAZ BAŞINDA GELMİŞTİN KUCAĞIMA.
HAFİFİ HAFİF ESEN MELTEM GİBİ.
BAŞINDA SİMSİYAH SAÇLAR,
UCUNDA KIRMIZI BİR KURDELE.
GÜNEŞ BİR BAŞKA DOĞMUŞTU O SABAH
KUŞLAR VE ÇİÇEKLER;
BİR BAŞKA SELAMLIYORDU SANKİ
O YAZ GÜNÜNÜ...

BEŞİĞİNİ SALLADIM, KUCAĞIMDA GEZDİRDİM.
ÇOOOOK GECELER ÜZERİNE EĞİLDİM
NEFESİNİ DUYMAK İÇİN.
SONRA İLK "BABA" DEYİŞİNLE
HAVALARA UÇTUM ADETA.
HİÇ DEĞİŞİRMİYDİM SENİ, ALTINLA, ELMASLA?

HAYAT BU; PAYLAŞTIK SENİNLE
KİMİ ZAMAN ACILARI, KİMİ DE SEVİNÇLERİ.
ÇOĞU ZAMAN GÜLDÜK, BAZENDE AĞLAŞTIK.
AMA AÇIK, AMA GİZLİ
HEP DESTEKTİK BİRBİRİMİZE.

SİMDİ BEN ARTIK SAÇLARIMDA AKLAR,
OMUZLARIMDA SONBAHAR YAPRAKLARI,
VE ARKAMDAN ESEN HAFİF BİR RÜZGAR İLE
AĞIR AĞIR YÜRÜRKEN YOLUMDA;
TÜM KALBİMLE;
GELECEKTEKİ NİCE GÜZEL GÜNLERİ
VE EN BÜYÜK MUTLULUKLARI;
SENİN İÇİN DİLİYORUM KIZIM.

BABAN


İyiki varsın babacığım, seni çok seviyorum...

Lise Yılları...

1 hafta kadar önce, İstanbul'dan çok sevdiğim bir lise arkadaşım, beni ve burada yaşayan diğer arkadaşımı ziyarete geldi. Bir akşam oturduk ve anılarımızı tazeledik. Neler yaşamışız, daha doğrusu ben o dönemlerde onlara çok katılamasam da, kıyısından köşesinden yakaladığımız anılarımızı yeniden gözden geçirdik. Tahmin edileceği gibi çok güldük o yılalrdaki halimize. Hepimizin 40'lı yaşlarını sürdüğü şu zamanlarda, çoluk çocuk sahibi olupta, o aptallıkları yaptığımıza inanmak o kadar güç ki! Çocuklarımız bu anılarımızı duysa ya da yazılanları okusa, kimbilir neler hissedederlerdi. Annelerinin aslında ne kadar da eğlenceli ve ne kadar da deli dolu olduğunu bilmek kimbilir neler düşündürürdü onlara.

İstanbul'un o dönemlerinde en iyi kız liselerinden birilerinde okuyordum. Lise 2'ye kadar gayet çelimsiz, zayıf, kara kuru bir kız çocuğuydum. Bütün arkadaşlarımın erkek arkadaşı vardı. Ama benim olmamıştı. Zaten babamın otoritesi, caddeye çok yakın oturmamıza rağmen, caddede olmama engeldi. Mahalledeki kız ve erkek arkadaşlarımla idare ediyordum. Aşk hayatım, hormonlarımın geç gelişmesiyle doğru orantılı olarak, mahalle arkadaşlarıma yöneliyordu. Sosyalleşebileceğim başka bir ortamım yoktu. Mahallemizdeki alüminyumcuda çalışan, kaslı, yapılı ve yakışıklı çocuk, benim ve en yakın arkadaşımın ilk aşkıydı. Arkadaşım, çocuğa deli gibi aşıktı, ben de öyle. Ama ona söylemiyordum. Arkasından yine aynı mahallede 2 apartman ilerimizde oturan çocuktan hoşlanmaya başladım. Sonra bir üst sokakta oturan çocuğa, daha sonra çaprazımızda oturan komşumuzun oğluna... Bu hep böyle süre geldi. Hep mahalle arasına sıkışmış, duvar üstllerinde ki sohbetlerde, bisiklete binerken, saklambaç oynarken v.s. v.s. Doğru düzgün erkek arkadaşım olduğunda ben 17'sinde, erkek arkadaşım ise 25'inde idi. Annem duyar duymaz endişelenmişti. Erkek arkadaşımla aramızda tam 8 yaş vardı. Ne isteyebilirdi ki o yaşta ki çocuk benden. Annemin endişesi o kadar büyüktüki ki, çocuğun peşine bile düşmüştü. Üstelik çocuk dolmuş şöförüydü. Ben ise daha işletme iktisat ya da tıp okuyacaktım. Olur muydu hiç! İlk yaşadığım aşktı o. Annemin tüm karşı koymalarına rağmen, yasak her zaman çekicidir mantığıyla, dolu dizgin yaşadım aşkımı. İlk öpüşmem, ilk seni seviyorum deyişim,  ilk dokunmalar, ilk sinemalar, Yıldız Park'ında gezmeler, daha neler neler hep onunla oldu. Bunca zamandır da, o ya da ona yakın duygular hiç yanıma uğramadı. Üstüne çok kez aşık oldum ama onun gibi değildi hiç biri... Annemin dediği gibi ilk aşk hiç unutulmazmış ve çok da değerli olurmuş. Yıllar içinde yollarımız bir kaç kez kesişti ama bu başka bir yazının konusu olacak. :)

İşte ben tüm bunları yaşarken, kız arkadaşlarım caddede Uno cafede, Kristal Büfe'de genç kızlıklarını ve ergenliklerini doya doya yaşıyor ve muhteşem anılar yaşıyorlardı. Ben ise lise sıralarında onların bu güzel anılarına kulak misafiri olarak, ancak gıpta edebiliyordum. Hatta içten içe bir kıskançlık da duymuyor değildim. Son sınıfa geldiğimde, artık bende ufak ufak onların arasına girmeye başlamıştım. Çoğu zaman aileme yalan söyleyip, caddeye kaçıyordum. O kadar baskı altındayken bana yalan söylemekten başka seçenek bırakmıyorlardı. Koskaca kız olmuştum hala akşamları 8.30'da yatakta olmak zorundaydım. Aaaa ama babamın hakkını yememem lazım lise sonda haftada bir gün o da Perşembe akşamları, dizi seyretmeme izin veriyordu; KÖLELER...  O zamanlar Atlantik sineması vardı Suadiye'de, şimdi ki Marks and Spencer'ın olduğu yerde. Arada sırada orada sinemaya gitmeme izin verirdi 11 matinesine. Film 13.00'de biterdi, sinema ile evin arası 10 dakikaydı. Eve gitmem 15 dakika olamazdı. Olduğunda bir daha asla dışarı çıkmama izin vermezdi. Üstelik sabahın köründeki matineye gitmeye arkadaşlarımı ikna etmem o kadar zordu ki. Bir Pazar günleri vardı ve onlar en aşağı bire kadar uyuyorlardı. Saçma sapan bir durumdu  yani. Kısacası o dönemlerde aralarına girmeyi baskı ve geç ergenlik yüzünden, giremediğim lise arkadaşlarımı, mezun olduktan 8 yıl sonra, büyük bir tesadüf eseri, yeniden buldum. Evlenmek üzereydim. Kadıköy'de bir tuhafiyeciden çeyizlik bir şeyler alıyordum ki, baktım lise arkadaşım orada. Hemen konuşmaya başladık. Öğrendim ki, onlar aslında yıllardır görüşüyorlarmış. Hemen telefonlar alınıp verildi. Ben de onların arasına dahil oldum. Önceleri 15 kişilerde olan o çekirdek grup ayıklanarak 8-9 kişiye düştü. O zamanlarda, benim gıpta ettiğim kız arkadaşlarımın hepsi benim gibiydi. İnanamamıştım onların arasında yeniden olduğuma. Herkes olgunlaşmış, çılgınlıklar geride kalmış, evlenilmiş, hatta  çoluk çocuğa karışılmıştı. Bense o dönemlerde yapamadığım tüm çılgınlıklarımı, 18-24 yaş arası doya doya yaşamıştım. Eeee geç ergenliğin ve baba baskısının sonuçlarıydı yaşadıklarım.

Tam 30 yıllık arkadaşız yani. İnanılmaz anılarımız var okul ve gençlik yıllarımız ile ilgili. Hayatta dostum diyebiliceğim kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez. İkisi lise sıralarından çıktı. Çok değerliler benim için, okulun en popüler iki kızı, şimdi hayatımda ki en vazgeçilmez, her şeyimi paylaşabileceğim, kadim dostlarım. Aramıza da hiç bir şey giremez bu kadar seneden sonra. Her türlü sıkıntımı, derdimi, sevincimi paylaşırım onlarla. Onları ikinci buluşumdan bu yana tam 20 yıl geçmiş. İlk başlarda evliliklerimizi ve kocalarımızı konuşuyorduk. Bir dönem kayınvalideler çekiştirildi. Sonra işin içine çocuklar girdi. Nasıl yiyorlar, ne içiyorlar, yürüdüler mi, konuştular mı? Okul başarıları derken, konu SBS oldu, ardından üniversiteleri geldi çocuklarımızın. Bir dönem kilolarımızı konuştuk. Şimdilerde farkındalıklarımız ve hayata bakışlarımızı konuşuyoruz, vucüt ağrılarımızdan bahsediyoruz. Yakında torunlarımızı konuşuyor olacağız. Karşıya karşıya gelemediklerimiz ile ise, facebook sayesinde buluşuyoruz. Onca birbirimizi görmeden geçirdiğimiz yıla rağmen, birbirimizin hayatlarından haberdarız. Durumlarımızın altına yorumlar yapıyoruz, doğum günlerimizi kutluyoruz. Birbirimizin çocuklarının hayatlarından, oradaki fotoğraflardan haberdar oluyoruz. Onların başarısını kutlayıp, maşallah diyoruz. Beni Facebook'da ilk bulan lise arkadaşım Amerika'da yaşıyor. O zamana kadar ondan hiç haber alamamıştım, hatta beni eklemek istediğinde ancak yıllığı açarak hatılrladım onu. Okulun yatılı bölümündeailesinden uzakta  okuyan ve o yıllarda çok sevdiğim bir arkadaşımsa, geçtiğimiz günlerde beni listesine ekledi ve bana o yıllarda birbirimize karşı duyguğumuz sevgiyi yeniden yaşattı.

O kadar güzel şeyler ki bunlar. Bizle gurur duyuyorum. Umarım hep böyle devam ederiz. İyi ki varsınız lise arkadaşlarım, iyi ki sizi tanımışım...